Biz 1960 öncesini bilmeyiz. Yaşımız gereği 1971 öncesinde
gördüklerimizi de anladığımızı iddia edemeyiz.
1970’li yıllardan itibaren Türkiye’de eğitim yönetimi
siyasetin gölgesinde kalmıştır. Kanunlar ve yönetmelikler şimdiki kadar laçka
olmasa da her siyasi iktidar kendi il ve ilçe müdürleriyle çalışmayı tercih
etmiş; bazen okul müdürleri de bu siyasi ihtirasların kurbanı olmuşlardı.
Ortaokul yıllarımızda öğretmenlerimizin sırayla müdür
olmasını o yaşımızda izah edemezdik. Sonradan öğrendik. Lise yıllarımızda da
Güneş Motel buluşması eseri gerçekleşen bir CHP iktidarı, bir Ecevit hükumeti iş başına gelmiş, 1978 yılında okulumuzun
bütün yöneticileri hatta bazı öğretmen ve öğrencileri Türkiye’nin muhtelif
yerlerine dağıtılmıştı. Biz de bu kıyımdan daha 16 yaşımızdayken nasibimizi
almıştık.
İller değişiyor ama hak kaybı pek fazla olmuyordu o
yıllarda. 12 Eylül darbecileri bile kazanılmış haklara saygı
göstermişlerdi. 1980 Yılında Adalet Partisi hükumetinin seçtiği memurlar
ihtilalden sonra Milli Eğitim Bakanlığı merkez ve taşra teşkilatında işe
başladılar.
1997 Yılında iktidar olan DSP’li Ecevit hükumeti de bu
siyasi haksızlıkları yapmaya devam etti ama işin mevzuat kısmında çok güzel
çalışmalar da yaptı. Bu mevzuatı kendi teşkilatının talepleri yüzünden uygulama
imkanı bulamadı. O dönemde Milli Eğitim Bakanlığı teşkilatında Eğitim-Sen’in
borusu ötüyordu. Ötmediği yerde İl Milli Eğitim Müdürleri, müfettişleri devreye
sokuyordu.
2002 Yılında iktidar olan Ak Parti önce bu mevzuata uydu.
Eksik kalanları tamamlama yoluna gitti. Milli Eğitim Bakanı Erkan Mumcu
tedviren ve vekaleten Eğitim-Sen mensubu yandaşlarla ve yoldaşlarla doldurulan
kadroları boşaltıp liyakate yol açtı. Ancak Mumcu’nun hazırladığı demokratik
YÖK Kanun taslağı Genel Başkanı Erdoğan tarafında “bedelini ödemeyiz”
gerekçesiyle kenara atıldı.
Milli Eğitimde Hüseyin Çelik dönemi başlayınca Ak Parti’nin
niyet ve metodları ortaya çıkmaya başladı.
Hüseyin Çelik döneminde kadrolu öğretmenlerin yanında
binlerce ücretli öğretmen olduğu yetmezmiş gibi “sözleşmeli öğretmenlik”
uygulaması başlatıldı. Hem de farklı farklı. 657 sayılı kanuna göre mevsimlik
işçiler için uygulanan 4/C maddesine göre sözleşmeli öğretmen atandı. Tepkiler
üzerine işçi sayılmayan ancak mali yılla sınırlı sözleşme yapılan öğretmenler
atanır oldu.
Bu atamalar Kamu Personeli Seçme Sınavı (KPSS) denen
imtihanla yapılırken bazı yakınlarını imtihansız atamaya da çalıştılar.
2010 Yılında Ömer Dinçer’in bakan olduğu günlerde 652 sayılı
KHK ile Milli Eğitim Bakanlığının Merkez, Taşra ve Yurtdışı teşkilatlarının
tepe yönetimi boşaltılıp Fethullahçı kadrolara yer açtılar. Kazanılmış hak kavramı ayaklar altına alındı.
2013 Yılında yaşadıkları çalınan mali ve idari gücü
paylaşamama krizi olan 17-25 Aralık skandallar haftasından sonra çıkardıkları
6528 sayılı kanunla eski ortaklarının dersanelerini sözde kapatırken (aslında
adları değişti) Milli Eğitim Bakanlığının merkez, taşra ve eğitim kurumları
yöneticilerinin görevlerine son verdiler. Okul müdür yardımcısına kadar
görevine son verilen idareciler için yandaş sendika ve vakıfların isteklerine
uygun atama yolları açtılar. Kazanılmış haklar artık tamamen kazanılmış olmaktan çıkmıştı.
Bu yollardan biri var ki rezaletin bundan büyüğü
yaşanmamıştı: Yeni atanan veya vekaleten görevlendirilen ilçe milli eğitim
müdürleri ve şube müdürlerinden kurulan komisyonlar okul müdürlerine puan
verdiler. Barajı yalnız yandaş sendika mensupları aşabildi. Öyle ki İstanbul’da
atandığı okulu sıfırdan alıp Kabataş, Galatasaray ve İstanbul liseleri ile
yarışır hale getiren 300’e yakın teşekkür ve takdir belgeli okul müdürü Mehmet
Keskin bile puan barajını aşamadı.
Proje okulları rezaletin başka bir boyutudur. Okul müdürünü
de müdür yardımcısını da yandaş sendika belirler. Resmi makamlara onaylamak
kalır.
Bu metodlarla atanan müdürlerin görevi başarıyı yükseltmek
değil; okul-aile birliklerinin yandaş esnaftan alışveriş yapmasını sağlamaktır.
OECD’nin 38 tam üyesi ile 2022 yılında ortak üye ülkelerle
ilgili hazırladığı eğitim raporu kamuoyuna açıklandı. Buna göre Türkiye,
ilköğretimden yükseköğretim düzeyine kadar öğrenci başına yıllık harcamada OECD
ülkeleri içinde son sıralarda kaldı. Mevcut verilere göre Türkiye, öğrenci
başına ortalama 5 bin 743 dolarlık yıllık harcamayla 36 ülke içinde 34. sırada.
OECD’de ortalama ise 11 bin 990 dolar.
Şimdi siz bunlardan çocuklarınıza iyi eğitim vermelerini ve
başarı evlatlar yetiştirmelerini mi bekliyorsunuz?
Daha çok beklersiniz…
Mahir Ünlü