Eski Türkiye’de eğitimcilerin bir takvimi vardı. Yılın filan ayının filan gününde ilkokul beşinci sınıf öğrencileri lise ve dengi okulların bünyesindeki ortaokullarda okuyabilmek için yarışırdı. Yine belli bir tarihte ortaokul üçüncü sınıf öğrencileri lise ve meslek liselerine girmek için imtihanda ter dökerlerdi. Şu an itibarıyla tarihe karışan askeri liseler için, sınıf okulları için imtihan günleri vardı.
Asıl heyecanlı gün, liselilerin üniversite imtihanına girdiği gündü. Milyonlarca lise mezunu ve son sınıf öğrencisi o gün istikbaline mühim bir adım atardı.
2002 Yılında iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi, Kristof Kolomb’un emeklerini çöpe atıp Amerikayı yeniden keşfetmeye girişti.
Milli Eğitim Bakanı Erkan Mumcu’ydu. Hani şu Mehmet Ağar’ın attığı çalımla siyasi hayata veda eden bakan. 19 Kasım 2002’de Milli Eğitim Bakanı olan ve 17 Mart 2003’e kadar bu görevde kalabilen Mumcu’nun ilk icraatı YÖK Kanununu demokratikleştirmek oldu. Siyaset ve basında itirazlar yükselince Genel Başkanı vaziyete el koydu. “Ben arkadaşlarıma bedel ödetmem” dedi ve YÖK Kanunu çalışması Erkan Mumcu’nun elinde kaldı.
AKP’nin ikinci Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik oldu. Öğretmen atamalarında ve yönetici atamalarında imtihan sistemi olmasından muzdarip olan Hüseyin Çelik, Milli Eğitim Bakanlığını babasının çiftliği gibi yönetme arzusundaydı. O yüzden defalarca Eğitim Kurumlarına Yönetici Atama Yönetmeliğini değiştirmeye teşebbüs etmiş, yargı denetiminden geçemeyince 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun bakanlara verdiği yetkileri keyfi olarak kullanmıştı. Kendi atadığı bakanlık üst düzey yöneticilerini keyfi olarak görevden aldığında yargı engeliyle karşılaşmaya tahammül edememiş, yargı kararlarını uygulamamak için elinden geleni yapmıştı. Sözleşmeli öğretmenlik uygulamasını öğretmenlerin başına bela etmiş, zaman zaman “Kamu Personeli Seçme Sınavı” (KPSS) sonuçlarını da tanımazdan geldiği iddia edilmişti. İşte bu zat yıllardır tıkır tıkır işleyen liselere giriş sistemine de el atmıştı. Kısaca LGS denilen imtihanı SBS adıyla değiştirmiş; bir olan imtihan sayısını üçe çıkararak yıllara yaymıştı. 17 Mart 2003’ten 2 Mayıs 2009’a kadar bakan olarak kalan Çelik’in bazılar olumlu ve çoğu da olumsuz olan icraatları yazılsa kitap olur. Sadece liselerde devamsızlıktan sınıf tekrarı yapması gereken öğrencilerin kısa kısa kurslarla devam etmiş sayılması AKP’nin ve onun bakanı Hüseyin Çelik’in eğitimde kaliteyi önemsemediğini ortaya koyan en açık örnek olarak unutmayanların hafızasında kaldı.
Hüseyin Çelik kendisinden sonra gelen bakanların liselere giriş sistemlerini eleştirirken kendi SBS’sini savunarak diğer AKP’lilerde olmayan bir medeni cesaret örneği verdi. Çelik, kendisinden sonra gelen eski Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu'nun SBS'yi, ondan sonra gelen eski Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer'in ise sınav sistemini kaldırdığını belirterek, "Sınavlar büsbütün kaldırılırsa taşradaki başarılı çocukların Türkiye’deki başarısı kanıtlanmış belli başlı liselere girmeleri imkansız hale gelmez mi? Çok rağbet olan liseler kura çekemeyeceklerine göre, her okul kendi sınavını yaparsa torpil, kayırma alıp başını yürümez mi?" dedi. Çelik, TEOG’un Nabi Avcı döneminde geldiğini hatırlatarak, "Nabi Bey’in merkezi sınavların kaldırılacağını ilan edeceği basın toplantısından, sonradan adı TEOG olarak konacak olan nurtopu gibi bir bebeğimiz oldu" ifadelerini kullandı. İmtihanın adını değiştirmekle hiçbir gerçeğin değişmeyeceğini vurgulayan Çelik, Mecelle kuralından örnek verdi: "Bir Mecelle kuralı der ki, ‘tebeddül- i esmâ ile hakaik tebeddül etmez.’ Yani: isim değişikliği ile gerçek değişmez. Fakir bir vatandaşın adını Gâni koyduğunuz zaman zenginleşmiyor. Ya da kişi aptalsa adını Zeki koyduğunuz zaman zeka seviyesi yükselmiyor." SBS’nin 13.5 milyon, TEOG’un maliyetinin ise 100 milyon lira olduğuna değinen Çelik, 'fazla söze gerek var mı?' diye sordu. Gelecek yıllarda bakan olan Prof. Dr. Nabi Avcı ve onun müsteşarı, geleceğin bakanı Yusuf Tekin ise kendi getirdikleri ve öve öve bitiremedikleri TEOG adı verilen liselere giriş sistemini kaldırın diyen başbakana karşı savunmaya bile cesaret edemediler.
Hüseyin Çelik’ten sonra bakan olan Nimet Çubukçu döneminde Hüseyin Çelik tarafından savunulan SBS yürürlükten kaldırıldı. Eskisi gibi tek imtihana dönüldü. Bu yeni bakanın fikri miydi yoksa dönemin başbakanı Erdoğan mı böyle istedi bilmiyoruz. 3 Mayıs – 7 Temmuz 2011 tarihleri arasında görev yapan Nimet Çubukçu eğitimin kodlarıyla fazla oynamadı. Bakanlık “otopilot”a bağlanmış gibi kendi halinde ilerledi. Yine de AKP’nin eğitimde en başarılı yılları bu yıllar oldu.
7 Temmuz 2011’de Milli Eğitim Bakanlığı’nın başına bir felaket geldi. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer Milli Eğitim Bakanı oldu. İlk icraatları bakanlık binasında memurların yemekhanesiyle üst düzey yöneticilerin yemekhanelerini birleştirmek gibi sempati toplama çalışması oldu. “Milli Eğitim Bakanlığı’nın Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun”u kaldıran 652 sayılı KHK onun zamanında yürürlüğe girdi. KHK yalnız bakanlığın teşkilat ve görevleri ile ilgili değildi. İlkokula başlama yaşı, imam hatip ortaokulların açılışı, ilkokulun dört yıla indirilmesi, ortaokul ve liselerin en az dört yıl olması, sekiz yıl olan mecburi eğitimin on iki yıla çıkarılması bu KHK ile gerçekleştirildi. “Turpun büyüğü heybede”ydi. Bu KHK ile Milli Eğitim Bakanlığı merkez, taşra ve yurtdışı teşkilatı yöneticilerinin tamamı görevlerinden alındı. Torpil bekleyen AKP’li yakınlarına ve hükumetle aralarından su sızmayan dünün “hocaefendi”sinin adamlarına, bugünün FETÖ terör örgütü yandaşlarına gün doğdu. Bu KHK yalnız Milli Eğitim Bakanlığında atama rüzgarı estirmiş gibi görünse de aynı yetki kanunuyla çıkarılan KHK’ler diğer bakanlıklarda da benzer sonuçlara yol açtı. Sonunda Ömer Dinçer’in de son kullanma tarihi geldi. Kendi bakanlığının en mühim kitlesi olan öğretmenleri “yem bekleyen güvercinlere” benzeten Ömer Dinçer de kuzu kuzu gitti. 25 Ocak 2013 tarihinde Prof. Dr. Nabi Avcı Milli Eğitim Bakanı oldu. Ömer Dinçer ise AKP ile yollarını ayırmak zorunda kalan Ahmet Davutoğlu ile birlikte hareket etti. Profesörlüğü ile ilgili “intihal” iddialarının hedefi olan Ömer Dinçer; Bilim ve Sanat Vakfı tarafından kurulan ve mütevelli heyetinin başında yer aldığı Şehir Üniversitesi’nin AKP’nin siyasi bir kararı ile kapatılmasından sonra yol arkadaşlarını tanımış oldu.
Nabi Avcı, duruşu ve yürüyüşü ile iyi bir bakan olacağı intibaı uyandırmış olsa da Bakanlıkta pek etkili olmadı. Dışarıdan bakan gözlere göre kararları müsteşar verdi, Avcı imzaladı. Bu dönemin de en dikkate değer uygulaması liselere giriş sisteminin değiştirilmesi olmuştu. “Temel Eğitimden Orta Öğretime Geçiş” kelimelerinin kısaltması olan TEOG Nabi Avcı ve müsteşarı Yusuf Tekin’in icraatıydı. Bakan Avcı, yeni icat ettikleri sistemin dersanelere ihtiyaç bırakmayacağını övünerek anlatıyordu. “2013-2014 eğitim-öğretim yılından itibaren uygulanacak yerleştirme mantığı sayesinde okullara alternatif olarak ortaya çıkan kurumlara artık ihtiyaç duymayacaksınız. Sosyal, sanatsal, sportif etkinliklere inşallah daha fazla vakit ayıracaksınız. Ailelerinizle, arkadaşlarınızla daha çok vakit geçireceksiniz. ’Ya sınava giremezsem, ya hasta olursam, ya başıma bir iş gelirse’ endişelerini ve streslerini yaşamayacağınız bir yerleştirme süreci oluşturuyoruz. Bu uygulama, ilgili bütün tarafların katılımıyla birlikte oluşturuldu. 16 ilde çalıştaylar düzenlendi. Bu uygulama bütün paydaşların katkısıyla şekillendi."
Sistem uygulandı. Sonuçları bile analiz edilemedi. Belli ki birileri Erdoğan’a TEOG hakkında olumsuz değerlendirmeler yapmıştı. 15 Eylül 2017’de Anadolu Ajansı’nda yer alan bir habere göre Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakan Binali Yıldırım’a TEOG’un ipini çeken talimatı vermişti: “Ben TEOG olayını istemiyorum ve bunu da artık yanlış buluyorum. TEOG'un kaldırılması lazım. Biz TEOG'la mı geldik? Ne TEOG vardı, ne bir şey vardı.” dedi Cumhurbaşkan Erdoğan. Nabi Avcı ve Yusuf Tekin “gık” diyemediler. Hüseyin Çelik’in SBS imtihanını savunduğu kadar bile sesleri çıkmadı.
Bu müthiş ikilinin tek icraatı TEOG değildi elbette. Ömer Dinçerin 652 sayılı KHK ile yaptığı yönetici temizliğini 6528 sayılı kanuna bir geçici madde ekleyerek yaptılar. Bu kez Milli Eğitim Bakanlığının merkez, taşra ve eğitim kurumları yöneticileri topluca görevden alındı. Bu görevler parti teşkilatında dayısı olanlara, yandaş vakıflara ve özellikle yandaş sendikaya teslim edildi. Ömer Dinçer’in icraatı, yurtdışı teşkilatı yöneticilerinin mağdur etmişti. Bu kez bakanlık şube müdürleri, il milli eğitim müdür yardımcıları, ilçe milli eğitim müdürleri, il ve ilçe milli eğitim şube müdürleri mağdur edildi. Bakanlık şube müdürlerinin durumunda bir düzeltmeye gidildi ise de il milli eğitim müdür yardımcıları, ilçe milli eğitim müdürleri, il ve ilçe milli eğitim şube müdürleri şahsa bağlı kadrolarda “eğitim uzmanı” olarak kaldılar. Böylece “tenzil-i rütbe” ile astlarının astı oldular. Maaşları da epeyce tırpanlandı. Bunların birçoğu AKP tarafından atanmıştı. Uzun süre mağdur olmayacaklarına inanıyorlar, “paralel yapı” ile mücadele için yapılan bu düzenlemenin geçici olduğuna inanıyorlardı. İçlerinden bazıları o inançla bu dünyadan göçtü. Bazıları hayal kırklığı yaşayarak emekli oldu. Hala umutla bekleyen de var elbette.
Bütün bunlar gösterdi ki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin adaleti yalnız adındadır. Kalkınması devlet borçlarının ve geçim sıkıntısının yükselmesi; yandaşların yalnız ileri gelenlerinin ihya edilmesidir. Her şey imam hatip okulu açarak oy toplama ve kendi çocuklarını Avrupa’da ve Amerika’da okutmak içindir. Fakirin çocuğunun hangi liseye gittiğinin hiç önemi yoktur.